Türkiye’de Borç Tahsilatı
- Enes TEKER
- 21 saat önce
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 7 saat önce

Türkiye Cumhuriyeti, stratejik olarak Batı Asya ile Güneydoğu Avrupa arasında yer almaktadır. Sekiz ülkeyle (Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan, İran, Irak ve Suriye) sınır komşusu olan Türkiye; sağlam bir ekonomiye, geniş bir iç pazara, stratejik bir coğrafyaya, genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Ayrıca Dünya Bankası'nın "İş Yapma Kolaylığı" endeksinde istikrarlı bir şekilde yükselerek yatırımcılar için cazip hale gelmiştir. Türkiye'nin birçok uluslararası kuruluşa üyeliği, onu hizmet ve mal satışı için önemli bir ticaret ortağı haline getirmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’de faaliyet gösteren yerel ve uluslararası şirketler için borç tahsilatı, iş süreçlerinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Zamanında yapılan tahsilatlar, şirketin finansal sürdürülebilirliğini desteklerken; müşteri ilişkilerinde şeffaflık, personel verimliliği ve işletme itibarı açısından da katkı sağlar. Ancak her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de borçların ödenmemesi ya da ödemede gecikmeler yaşanması söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda, borç tahsilat sürecinin doğru ve etkili yönetilmesi için hem yasal düzenlemelere hâkim olunmalı hem de deneyimli bir hukuk profesyonelinden destek alınmalıdır. Borcun kaynağı taraflar arasında yapılan sözleşme, sözlü irade beyanları, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme, tek taraflı hukuki işlem, kanundan doğan borç vs. olabilir. Türk hukukuna göre alacaklı borcunu icra daireleri nezdinde ilamsız(yargısız) icra takibi veya yerel mahkemelerde alacak davası açmak suretiyle isteyebileceği gibi uygun düştüğü ölçüde tahkim ve arabuluculuk gibi alternatif yollarına da müracaat edebilir. Rehinin paraya çevrilmesi yolu ile takip, iflas yolu ile takip ve çek ve bono gibi kıymetli evrak için kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip gibi takip yolları da bulunmaktadır ancak bu takip yolları başka yazılarımızda ele alınacaktır.
İhtar Gerekliliği
Borç paranın geri istenmesi ile ilgili hukuki işlemler, borçlu ile alacaklı arasında vade belirlenmemişse ihtarname ile başlatılmalıdır. İhtarname ile borçluya süre verilmelidir. Aksi halde ihtarname gönderilmeden başlatılan icra takibine itiraz edilmesi halinde bu itirazın iptal edilmesi için açılacak dava reddedilecektir. Belirtmek gerekir ki, muaccel olmayan bir borç için başlatılan icra takibi nedeniyle gönderilen ödeme emrinin ihtarname yerine geçtiği kabul edilmektedir. Alacaklı, borçlunun kayıtlı bir e-posta adresi ("KEP adresi") varsa, ihtarını borçluya noter aracılığı ile göndermenin yanı sıra kayıtlı mektupla da gönderebilir. Türkiye'de kayıtlı şirketlerin KEP adresine sahip olması gerektiği yasa tarafından öngörülmüştür.
İlamsız İcra Yoluyla Borç Tahsilatı
İcra takibi, bir kimsenin (alacaklının), kendisine borçlu olan kişiden (borçludan) devlet gücü kullanılarak alacağını tahsil edebilmesini sağlayan yasal süreçtir. Bu süreç, İcra ve İflas Kanunu (İİK) hükümlerine dayanır ve icra daireleri aracılığıyla yürütülür. İlamsız icra takibi sadece para ve teminat alacaklarının elde edilmesi için başvurulabilecek bir yol olup bunun için herhangi bir mahkeme kararı veya belge zorunlu değildir. Süreç icra dairesi eliyle yürütülür. İtiraz ve şikayet durumunda mahkemeler devreye girer. İcra dairesindeki işlemler şu şekildedir: Alacaklı talepte bulunur. İcra takibinde masraflar ilk aşamada alacaklı tarafından ödense de bu miktarlar daha sonra borçludan tahsil edilir. Alacaklı talepte bulunduktan sonra icra dairesi borçluya ödeme emri gönderir. Borçlu, ödeme emrinin aldıktan sonra, 7 gün içinde buna itiraz etme hakkına sahiptir. İtiraz edilmediği takdirde takip kesinleşmiş sayılır ve borcun tahsili için borçlunun malvarlığının haczedilmesi ve diğer icra/takip işlemleri ile icra takibine devam edilir. Böyle bir itiraz varsa tüm süreç(takip) durur ve alacaklı, itiraz tarihinden itibaren altı ay içinde icra mahkemesine itirazın geçici/kalıcı olarak kaldırılması için başvuruda bulunabilir veya itirazın yapıldığı tarihten itibaren 1 yıl içinde ilk derece mahkemelerinde itirazın iptali için dava açabilir. Duruşmada alacaklı/davacı haklı olduğunu delilleri ile gösterip, davasını ispatlamak zorundadır. İptal davası alacaklı/davacı lehine sonuçlanırsa, karar borçlu aleyhine derhal icra edilebilir. Alacaklı, kararı icra dairesine getirip icra sürecini başlattıktan sonra, yukarıda bahsedilen birinci yöntemin aksine, bu sefer borçlunun icra dairesine başvurarak yapacağı itiraz, başlatılan icra takibinin durdurulması için yeterli olmayacaktır.
Genel Mahkemelerde Alacak Davası Yoluyla Borç Tahsili
Alacaklı, borcunu doğrudan mahkeme kararıyla tahsil etmeyi tercih edebilir. Bu durumda yetkili ve görevli mahkemede alacak davası açılması gerekir. Alacak davası, genellikle alacağın varlığının veya miktarının belirsiz olduğu, borçlunun borcu inkâr ettiği veya borç ilişkisine ilişkin belgelerin yetersiz olduğu durumlarda başvurulan bir yöntemdir. Alacaklı, dava dilekçesinde borcun hukuki dayanağını (sözleşme, fatura, hizmet ilişkisi veya diğer belgeler) ayrıntılı şekilde belirtmeli ve delilleri ile birlikte mahkemeye sunmalıdır. Mahkeme, tarafların beyanlarını ve sundukları delilleri değerlendirir; tanık gösterilirse tanıkları dinler, gerektiğinde bilirkişi raporu alır veya keşif yaptırır. Bu süreç sonunda borcun varlığı tespit edilirse mahkeme, alacaklı lehine hüküm verir. Hükmün ardından, eğer kararın kesinleşmesi yasal olarak zorunlu değilse, alacaklı mahkeme kararını ilamlı icraya konu ederek borcu tahsil edebilir. Her ne kadar bu yol, ilamsız icra yoluna göre daha uzun sürebilse de, mahkeme kararı mevcut olduğundan borçlunun itiraz hakları sınırlı olacak ve borcun tahsili daha güvenli şekilde gerçekleşecektir.
İhtiyati Tedbir ve İhtiyati Haciz
İhtiyati tedbir, dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra, ancak esas karar verilmeden önce, davacının hakkının zarara uğramasını ya da verilecek kararın etkisiz kalmasını önlemek amacıyla mahkeme tarafından geçici olarak alınan bir koruma önlemidir. Bu kurum, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 389–399 arasında düzenlenmiştir. İhtiyati tedbir kapsamında, örneğin bir gayrimenkulün tapuda devrinin durdurulması, bir şirketin malvarlığının satılmasının engellenmesi veya bir bankadaki paraya geçici bloke konulması gibi kararlar verilebilir. Ancak mahkeme, kural olarak, esas uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir ihtiyati tedbir kararı veremez.
6100 Sayılı HMK’nın 389/1. maddesine göre, mevcut durumda meydana gelebilecek değişiklikler nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağı veya tamamen imkânsız hale geleceği yahut gecikme sebebiyle ciddi bir zararın ya da sakıncanın doğabileceği hallerde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir. İhtiyati tedbir kararının verilebilmesi için, ihtiyati tedbire esas bir hakkın varlığı ve bir tedbir sebebinin bulunması gerekir. Tedbir talep eden taraf, dilekçesinde dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmeli ve davanın esası yönünden haklılığını, yaklaşık ispat ölçüsünde yasal delillerle ortaya koymalıdır.
Buna karşılık, ihtiyati haciz, bir kimsenin para alacağını güvence altına almak amacıyla, borçlunun mallarına mahkeme kararıyla geçici olarak el konulmasıdır. İhtiyati haciz, İcra ve İflas Kanunu’nun 257–268. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bu kurumun amacı, borçlunun mallarını gizlemesini, satmasını veya üçüncü kişilere devretmesini engelleyerek alacağın tahsilini güvence altına almaktır. Mahkeme, ihtiyati haciz kararı verebilmek için alacaklının belirli bir miktarda para alacağının bulunmasını, bu alacağın rehinle güvence altına alınmamış ve vadesinin gelmiş olmasını, ayrıca borçlunun mal kaçırma, mallarını gizleme veya devretme gibi kötü niyetli davranışlarda bulunma ihtimalini göz önünde bulundurur.
Tahkim Yoluyla Borcun Elde Edilmesi
Taraflar arasında yapılmış bir sözleşmede tahkim şartı bulunuyorsa, ayrıca bir tahkim sözleşmesi imzalanmışsa veya taraflar ortaya çıkan uyuşmazlığı tahkim yoluyla çözmeyi kararlaştırmışlarsa, uyuşmazlık mahkemeler yerine tahkim mercii önünde karara bağlanır. Tahkim, tarafların devlet mahkemeleri yerine bağımsız hakemlerden oluşan bir kurul önünde uyuşmazlığı çözmeyi kabul etmeleri anlamına gelir. Tahkim süreci sonucunda verilen karar, mahkemeden icra edilebilirlik şerhi alınması halinde mahkeme kararı gibi icra edilebilir. Tahkim yolu, özellikle uluslararası ticari sözleşmelerde hızlı ve gizlilik esasına dayalı bir çözüm yöntemi olarak tercih edilir. Taraflar, tahkim sürecinde yargılama dilini, uygulanacak hukuku ve hakem sayısını serbestçe belirleyebilirler.
Arabuluculuğa Başvurulması
Arabuluculuk, taraflar arasında ortaya çıkan uyuşmazlığın, tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişi olan arabulucu yardımıyla çözülmesini sağlayan alternatif bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Arabuluculuk süreci “ihtiyari (gönüllü)” ve “zorunlu (dava şartı)” olmak üzere iki şekilde uygulanmaktadır. Arabuluculuğa başvuru, kural olarak ihtiyaridir. Ancak yargıdaki iş yükünün azaltılması amacıyla, 6325 sayılı Kanun’da 06.12.2018 tarihli ve 7155 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, bazı tür uyuşmazlıklar için mahkemeye başvurmadan önce bir dava şartı olarak “zorunlu arabuluculuk” şartı getirilmiştir. Özellikle ticari alacak ve tazminat davaları, 2019 yılından bu yana dava açılmadan önce arabulucuya başvurulması zorunlu olan davalar arasındadır (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 5/A). Bu süreçte taraflar bir arabulucu huzurunda anlaşma sağlarsa, düzenlenen anlaşma tutanağı duruma göre mahkeme kararı hükmünde olur veya icra edilebilirlik şerhinin alınmasıyla mahkeme kararı hükmünde sayılır. Anlaşma sağlanamazsa, arabulucu tarafından “anlaşamama tutanağı” düzenlenir ve taraflar bu evrakla mahkemeye başvurabilir. Arabuluculuk süreci, mahkeme yükünü hafifletmekte, tarafların ilişkisini korumakta ve zaman ile masraftan tasarruf sağlamaktadır.
Yabancı Kararların Tanınması ve Tenfizi
Yurt dışında verilen mahkeme veya tahkim kararlarının Türkiye’de hüküm ve sonuç doğurabilmesi için tanıma veya tenfiz davası açılması gerekir. Bu süreç, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 50–60. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Tanıma, yabancı mahkeme kararının Türkiye’de kesin hüküm veya kesin delil etkisi doğurmasını sağlar. Tenfiz ise yabancı mahkeme kararının Türkiye’de icra edilebilir hale getirilmesi anlamına gelir. Tanıma ve tenfiz için gerekli görülen belgeler genel olarak şunlardır:
Yabancı mahkeme kararı,
Kararın kesinleştiğini gösteren belge,
Apostil şerhi (gerektiği hallerde),
Belgelerin noter onaylı Türkçe tercümeleri,
Pasaport veya nüfus cüzdanı fotokopisi,
Fotoğraflı ve özel yetki içeren vekâletname.
MÖHUK’un 54. maddesine göre, yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de tenfiz edilebilmesi için; kararın verildiği ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık ilkesinin bulunması, kararın Türk mahkemelerinin yetkisi ile çelişmemesi, kamu düzenine aykırı olmaması ve davalının usulüne uygun şekilde çağrılarak savunma hakkını kullanma imkânına sahip olması gerekir.
Bir kişi veya şirket yurtdışındaki bir mahkeme veya tahkim kararına dayalı olarak Türkiye’de borç tahsili yapmak istiyorsa, öncelikle yabancı mahkeme ilamının tanınması ve tenfizini sağlamalıdır.
Alacağın Devredilmesi
Alacağın temliki (TBK m. 183–194), bir alacaklının mevcut alacağını üçüncü bir kişiye devretmesi anlamına gelen ve borç ilişkisinde taraf değişikliğine yol açan bir hukuki işlemdir. Bu işlem sonucunda borç ilişkisinde yalnızca alacaklı sıfatı değişir; borçlu aynı kalır, ancak artık borcunu eski alacaklıya değil, alacağı devralan yeni alacaklıya öder. Alacağın temliki geçerli olabilmesi için TBK m. 184 uyarınca yazılı şekilde yapılmalıdır; aksi hâlde temlik geçersiz olur. Alacağın devri için borçlunun rızası aranmaz, ancak temlikin borçluya bildirilmesi gerekir. Bildirim yapılmaz ve borçlu iyi niyetle borcunu eski alacaklıya öderse, bu ödeme geçerli sayılır ve borçlu borcundan kurtulmuş olur. Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar (nafaka alacağı, manevi tazminat hakkı gibi) temlik edilemez.
Ticari hayatta alacakların temliki; nakit ihtiyacını karşılamak, kredi teminatı sağlamak veya alacakları toplu şekilde devretmek gibi amaçlarla sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. Bu sayede alacak, tıpkı bir mal gibi el değiştirebilen ekonomik bir değer haline gelir ve alacaklılar, nakit akışını hızlandırmak, tahsil riskini devretmek veya finansal yönetimlerini kolaylaştırmak için bu yola başvururlar.
Yabancı Alacaklılar için Teminat Yatırma Yükümlülüğü ve Muafiyet Durumu
Alacaklının (yabancı gerçek veya tüzel kişi) ülkesi ile Türkiye Cumhuriyeti arasında hukuki veya fiili bir mütekabiliyet bulunmadığı durumlarda, icra işlemlerinin başlatılabilmesi veya mahkemelerde dava açılabilmesi için alacaklının teminat yatırması gerekir. Bu teminat genellikle itiraz edilen toplam miktarın yaklaşık %20’si olarak belirlenir; ancak oran, hakimin takdirine göre değişebilir. Mütekabiliyet esası, yabancı bir ülke vatandaşına Türkiye’de tanınan hukuki imkanların, Türk vatandaşlarına da aynı ülke nezdinde sunulup sunulmadığının gözetilmesine dayanır. Türkiye’nin taraf olduğu ve teminattan muafiyet öngören ikili veya çok taraflı sözleşmeler hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşılabilir.
Neticeten, Türkiye’de borç tahsilatı, yasal zeminde oldukça ayrıntılı düzenlenmiş bir süreçtir. Alacaklı açısından herhangi bir hak ve alacak kaybının yaşanmaması için doğru stratejiyi belirlemek, hangi yolun (icra, dava, tahkim veya arabuluculuk) uygun olduğunu saptamak profesyonel bir hukuki değerlendirme gerektirmektedir.



